İçeriğe geç

Kategori: Dizi Yorumları

HOŞGELDİN İLK AŞK

                                                      

Ne hikayeler anlatılır, şarkılar söylenir aşk üzerine. Şiirler, destanlar, masallar yazılır. Hepsinde ise anlatılan aşk bambaşkadır. Bu defa kişiden kişiye, kalpten kalbe değişen o mucizevi şey pek eğlenceli bir masalla çıktı karşımıza.  Başrolde ise aşk vardı. Tabi yine bin bir haliyle…

Kıskanç Gökhan’ı, Çapkın Sinan’ı, Oğuz’u, Barış’ı, Ali’si ve Sırık Oğlan’ın Amazon Kızı, Gamzeli Kahramanı’nın Küçük Titan’ı, Çetesinin Başkanı Yaprak Ayvazıyla rengarenk bir masala daldık.

Aşk denilen şey Oğuz gibidir. Gülmek, güldürmek, eğlenmektir. Ufacık birşeyden bile gülmek için neden bulabilmek, sevdiklerinin yüzündeki gülümsemenin nedeni olabilmektir.

Aşk bazen Sinan gibidir. Tüm bildiklerinin yerle bir olması, kullanacak taktiğinin kalmamasıdır. Kalbinin değişen ritmiyle yönünün şaşması, ezberinin bozulmasıdır.

Aşk kimi zaman Gökhan gibidir. Sevdiğin uğruna saçmalamak, kıskançlığın verdiği yetkiye dayanarak yaratıcılığın sınırlarının zorlamaktır.

Aşk aslında Ece gibidir. Kuralların, formüllerin, taktiklerin işlememesidir. Doğallığa inanmak, yapmacıklıktan kaçıp içtenliğe sığınmaktır.

Aşk Barış gibidir. Anın tadının çıkarmak, hayatın içindeki eğlenceyi bulmaktır. Zor olsa bile vazgeçmemek, kapalı olan kapıları teker teker açıp sevdiğinin karşısına dikilmektir.

Aşk Ali gibidir. Sevdiğini kaybetmekten korkmak, için yansa bile susmaktır. Yüreğin onu kaybetme ihtimaliyle yanıp tutuşurken acını saklamak, gözyaşlarını içine akıtmaktır.

Ama aşk en çok da Yaprak gibidir. Doğal, samimi, hesapsızdır. Çizilmiş kalıplara inat kendinden şaşmamak, kalbinin sesiyle yol almaktır. Diğerleri gibi değil, kendin olmaktır.

2 kitap ve 2 filmden sonra her telden rengi ve sesiyle bu sefer dizi olarak karşımıza çıktı 4N1K. İzleyenlerin kimisi tanıyorken karakterleri, kimisi ise hiç bilmiyordu hikayeyi. Ve en tatlı gülümsemeleriyle çete yeniden merhaba dedi. Eh, masal bu ya kitabın kapağı açıldı. Ve çetenin maceraları son hız başladı.

İlk Aşk ekranlarımıza hoş geldi…

 

 

 

 

Yorum Bırak

AĞLA KARADENİZ

 

…Ağla Karadeniz ağla

Yitip giden sevdama ağla

Ağla Karadeniz ağla

Kor ateşle yanan yüreğimi dağla…

 

Güçlüdür Karadeniz, yılmaz davasından. Vazgeçmez sevdasından, sevdalandığından. Bırakmaz tuttuğu eli, dönmez sözünden asla geri.

Yıllarca soluk benizli bir canavarın hapishanesinde umuduna tutunup savaşmış Mavi Tüylü Geyik özgürlüğüne kavuşmuş, sevdasını bulmuştu. Nefes’in ilk defa bir ailesi olmuştu. Yaralarını saran, kanayan ruhuna şifa olan sevdasının yanında yeniden hayat bulmuştu, İnanmıştı; başaracaktı, çıktığı bu yolun sonunda mutluluğu bulacaktı.

Ama yaktığı o umut ışığı Soluk Benizli’nin fırtınasının kurbanı olmuştu. Kaybedeceğini anlayan Vedat alamadığı nefesi dört duvar arasına mahkum etmek, aldığı nefeste boğulmasını sağlamak için savaş başlatmıştı.

Sevdasıyla ailesi arasında kalan Tahir ise yüreğine vuran hırçın dalgalara rağmen direniyordu. Nefesi özgürlüğünden olmasın diye sevdasına hasret kalmaya razı oluyordu. Enselerinde olan soluk benizli canavarın kirli nefesine rağmen yılmıyordu. Ailesini, Nefesini kurtarmak için elinden gelen herşeyi yapıyordu Mavi Tüylü Geyik’i küçük ceylanına kavuşturamamanın acısıyla yanarken yüreği.

Çözüm belliydi. Bir nefes uzaklıktayken birbirlerine, çocuklarına hasret kalmaktansa bir arada kalıp memleket hasreti çekmeye razı olmak zorundalardı.

Nefes yeni kavuştuğu ailesinden ayrılmak istemiyordu. Onun yüzünden hapse düşmüş abisini geride bırakıp gitmek içine sinmiyordu. Tahir’in onu kurtarmak için memleketine hasret kalmayı kabullenmesine gönlü razı olmuyordu. Kalbi ikiye bölünmüştü. Bir yanı oğlu için herşeyi göze almaya razıyken diğer yanı ailesini geride bırakamıyordu.

Ama ne yazık ki o canavar yuvasını ona zindan etmeye kararlıydı. Nefes Karadeniz’den gitmek zorundaydı. Vedat sahip olamadıklarını yok etmek için son kalan gücünü kullanmaya hazırdı.

Ailesiyle geçirdiği ilk bayram sabahından sonra yaşlı gözleriyle veda etti yuvasına. Sevdasına hasret kalacak olmanın acısıyla yanan yüreği ailesine veda etmenin hüznüyle yeniden burulmuştu. Her vedayla yüreğine atılan düğümler nefesini keser olmuştu. Gizlice girdiği araba bagajında merhaba dediği Karadeniz’e yine aynı şekilde veda ediyordu. Onu Rusya’ya götürecek gemiye bir araba bagajında gidiyordu.

Ama gerçeğin acı tokadı gizlendiği yerde onu bekliyordu. Gemiye gizlenmiş canavar pençesini geçirmek için hazırdı. Karadeniz’in hırçın dalgalarının ortasında yıllardır ölü bildiği kızının aslında yaşadığını ve uzun zamandır bir nefes uzaklığında olduğunu öğrenmesi en acı dalgayı vurmuştu yüreğine. En güvendiğinin bu sırrı ondan sakladığını öğrenmekse daha da derinleştirmişti vuran yerin izini.

Vuran dalganın sızısıyla yanarken yüreği, sevdasını elleriyle ölüme götürmek zorundaydı kurtarmak için çocuklarının geleceğini. Gözünden akan her damla yaşla kesilirken nefesi; nefes olduğu adamın ölümünü seyredecek olmanın acısı kanatıyordu geçmişini, şimdisini, geleceğini.

Tahir’se çocuklarının geleceği için ölüme gitmeyi göze almıştı. Nefesinin kurtulduklarında onu terk edecek olmasına rağmen “Yaşaman, özgür olman yeter.” diye düşünecek kadar fedakar olan o yürek nasıl olur da çocuklarını bile bile ateşe atardı ki?  Nefes “Özür dilerim.” dediğinde bir an bile tereddüt etmeden vermişti cevabını. “Tabi ki çocuklarımız.” demişti. Çünkü anne babalar için çocuklarının hayatı her şeyden değerliydi.

Ve Karadeniz’in serin sularına kor bir ateş misali düştü Deli Tahir. Çocuklarının hayatı uğruna ölüme atladı. Ardında ise Nefesinin acı feryatları, değdiği yeri yakan gözyaşları kaldı.

Nefes ve Tahir’in hikayesi yarım mı kalacaktı? Nefes’in Kahramanı hapsolduğu derin dalgalardan kurtulacak mıydı? Tahir’in destanı mutlu sona kavuşacak mıydı? Peki ya umudu uğruna savaşanların hikayesi ne olacaktı? Aslında cevap çok açıktı.

 

Karadenizlinin umudunun bittiği yerde inadı başlardı.

Yorum Bırak

SİYAH BEYAZ AŞK’ A VEDA

                                                                  

Her güzel şeyin bir sonu vardır. Ve başlayan her şey er ya da geç bitmeye mahkumdur.

İçine hapsolduğu karanlığı kabullenmiş bir siyah tanıdım ben. Daha on iki yaşında itildiği kara delikten çıkmak için çabalayan, umut etmeyi babasını gömdüğü toprağın altına terk etmiş olan. Kalbi kadar pirüpak olan bir beyaz tanıdım ben. Kendini insanları kurtarmaya adamış olan, ‘umut’ kelimesine ışık olan.

Siyahla beyazın çarpışmasına şahit oldum ben. Bambaşka dünyalarda yaşayan iki ruhun tanışmasını, ‘anlaşma’ adı altındaki prangayla birbirine mahkum olmasını.

Aydınlığa aşık beyazla karanlığa tutsak siyahın birbirine karıştığını gördüm ben. Beyazın siyahtaki yaraları sarmasını, iki kalbin birbirine şifa olmasını.

Siyah ve beyazın griyi tanımasını gördüm ben. Beyazın siyah uğruna kurşunlar arasında kalmasını, siyahın beyazın aşkıyla karanlığa kafa tutmasını.

Bu iki ruhun kendi gök kuşaklarını yaratmasına şahit oldum ben. Siyah ve beyazdan çıkan en nadide renkleri, en derin yaraların kapanabileceğini gördüm onlarla.

Elveda Aslı Çınar Aslan. İnsanlara umut olmaya çalışan, yaralarına aşık olduğu adamın bir gün iyileşeceğine dair umudunu hiç kaybetmeyen kadın elveda.

Elveda Ferhat Aslan. Babası bildiği adama hayran olan, sevdiği kadının gözyaşlarıyla yaraları kabuk bağlayan adam elveda.

Kalplerimizdeki yeriniz bambaşka.

Bizler size veda etmiş olsak da siz birbirinizi bırakmayacaksınız, biliyoruz.

Yarattığınız gökkuşağında mutlu olun. Birbirinizle tanıdığınız o büyülü hissi oğlunuza da aşılayın. Geçmişinizle değil, bugününüzle yaşayın ve geleceğe daima umutla bakın. Çünkü yalnızca beyaz veya yalnızca siyah olamaz bu dünyada. Güneş her gün yeniden doğdukça umutlar tükenmez asla.

Yorum Bırak

NEFES’İN UMUDU SEVDASINI KORUDU

 

Araf… Yaşamla ölümü birbirinden ayıran, cehennem soğuğuyla dondurucu sıcağı aynı anda hissettiren o mucizevi yer. Sahip olduğu güçle insanı bilinmezlik okyanusunda boğulmaya mahkum kılan boşluk.

Kurşun yarasından alev alev akan kanlara rağmen buz gibi sulara sığınan Tahir asırlar misali geçmek bilmeyen o dakikalara hapsolmuştu. Nefesi aldığı haberin acısıyla yanarken o kalan son gücüyle sığındığı sulara tutunuyordu. Deli Tahir inadıyla Nefes umudunun fark etmeden birbirine sarıldığı o an veriyordu gücünü ikisine de. Sevdaydı o gücün adı. Aşktı…

Ölmezdi Tahir. Ölemezdi. Söz vermişti Nefesine. Ne pahasına olursa olsun ondan gitmezdi. Tahir’e olan inancının verdiği güçle dayadı namluyu Cemil’in kafasına. Duruşu, bakışları, tavrı… Her şeyiyle Deli Tahir’ in karısı Nefes Kaleli’ydi o.

Kocası hastaneye yetiştirilip ameliyata alındığında ise sekiz yıldır yaptığı gibi yine umuduna tutundu. Nefes umudu Tahir’i korudu. Umuduna ışık olan adam ameliyattan çıktığında aldığı nefes yeniden can buldu. Mavilerine mühürlenmiş o gözler açıldığında ise ışığı yüzüne vurdu.

Gece çöküp etraf sakinleştiğinde ise iki sevdalı baş başa kaldı. Nefes, yaşadığı o korkunun üzerine geçmişini esir eden korkularını hiçe saydı ve çekinerek, incinmekten korkarak sevdiği adamın sağ yanına uzandı. Ve o hissin ne kadar özel olduğunun farkına vardı.

Nefesleri birbirine karışırken Mavi Tüylü Geyik sevdasının kanatları altında gözlerini kapadı. İnandığı, güvendiği, sevdalandığı adamın yanında huzuru en derinlerinde hissederek en tatlı uykusuna yattı. Çünkü biliyordu, Denizden Gelen Kaplan yanındaydı ve sevdiği adam onu asla bırakmazdı.

 

Yorum Bırak

SİYAH MI BULAŞTI BEYAZA, BEYAZ MI KARIŞTI SİYAHA?

 

Siyah ve beyaz… Evrendeki  mükemmel dengenin büyülü sembolü. Kötüyle iyi arasındaki sınırın belirlendiği, ne beyazın siyaha karıştığı ne de siyahın beyaza bulaştığı mükemmellik.

Dışarıdan bakıldığında görülen, yorumlanan budur. Ama görünenin aksine gizli kalan şeyi pek az kişi fark eder. Her iki tarafın içinde de minik birer zıtlık bulunur. Beyazdaki minik siyahlık derinlere gömülen kötülükleri, siyahtaki beyazlıksa içeri hapsedilen iyi yönleri temsil eder. Ve işte bize sunulan iki mükemmel örnek oldu bana bunu öğreten; Beyazlar içinde ışıldayan Aslı ve karanlığa gömülmüş Ferhat. Beyazın siyaha mecburen esir düşmesiyle başlamıştı onların hikayesi.

Abisini koruma uğruna siyahlığa esir düşen minik beyaz kar tanesi. Siyahın dondurucu soğukluğunda hayatta kalmaya çabalayan çaresiz beyazlık. Başta görünen buydu. Kendisini esir alan siyahlıktan tüm beyazlığıyla nefret eden, etrafını saran karanlığa rağmen ışığını kaybetmemek için elinden gelen tüm gayreti sarf eden kar tanesiydi Aslı. Ama kaçınılmaz son elbet olacaktı; siyah beyaza bulaşacaktı. Çünkü ortadaki sınır yok edilmişti, denge bozulmuştu.

Aslı’nın öldürmeyeceğini bilmesine rağmen Ferhat’ı bıçaklamasıyla ilk darbe vuruldu. Minik de olsa bir siyahlık bulaşmıştı artık beyazlığa. Ve geri dönüşü asla olmayacaktı. Tabi bu hikayenin beyaz tarafıydı. Siyah tarafıysa çok daha farklıydı. Ferhat’ın hamurunu yıllar önce kendi karanlık ruhuyla yoğuran Namık’ın atladığı çok önemli bir nokta vardı. Kendi karanlığıyla örtmeye çalıştığı beyazlık elbet gün yüzüne çıkacaktı. Ferhat içine işlenen karanlıktan elbet kurtulacaktı. Namık’ın yarattığı karanlığa bir gün bir beyaz elbet karışacaktı. Ve daha ilk bölümden Ferhat kendi elleriyle karıştırdı ruhuna beyazlığını. Günden güne içine işlemeye başlamıştı Aslı.

Hikaye ilerlemeye başladıkça işin rengi değişti. Siyahtan kurtulmaya çalışan beyazın tek derdi geleceği, hayalleri için kaçmak değildi. Ferhat’ın siyahlığına tutulmaktan kaçıyordu Aslı. Siyahsa bir anlık merhametle hayatını bağışladığı beyazın ışığına çekilmeye başladığını fark ettikçe daha da hapsediyordu kendini karanlığa. Işığa tutulduğunu fark ettikçe karanlığına yürüyordu Ferhat.

Ama bu kaçış çok uzun sürmedi. Birbirlerinden uzaklaşınca derinlerinde hissettikleri boşluk yadsınamayacak büyüklüğe gelmişti. Üşüyordu Aslı. Fark etmeden tutulduğu siyahlık yokken üşüyordu. Başta nefretle baktığı, kurtulmaya çalıştığı karanlık yokken üşüyordu. Ferhat, beyazın yokluğunda parfümündeki  kokuya tutunuyordu. Ama Aslı’nın tutunabileceği hiçbir şey yoktu. Çünkü kendisinin de dediği gibi; Canın istediği yerden kovulmuştu.

Ve sonunda beklenen oldu. Gözlerin sessizce söylediklerini kalpleri duydu. Derinlerinde sakladıkları hisler özgürlüğe kavuştu. Kar tanesi erimeye başladı. Beyaz siyaha teslim oldu. Siyahla beyaz birbirine karıştı. Birbirlerini buldu. Ama akılda hala bir soru; Sardı mı grilik ikisinin de ruhunu?

Sahi ya; neydi bu aşkı başlatan? Siyah mıydı beyazlığa bulaşan, beyaz mıydı siyahlığa karışan?

 

 

Yorum Bırak

YANMAK HEP ACITIR MI CANI?

 

    Sıkıntı var doktor, büyük sıkıntı var.  

   Yanıyoruz, cayır cayır yanıyoruz.

Ateş her zaman yakar mı? Alevler harlandıkça artar mı? Yanmak hep acıtır mı canı? Peki, yanığın izi ilelebet kalır mı?

Beyazlığına alevlerin kırmızısı karışsın isteyen bir peri kızı vardı artık bu masalda. Fırtınaların ardına saklanan prensin ona kol kanat germesini bekleyen, o yıkıcı fırtınaya kapılıp gitmek isteyen.

Ama roller değişmeye başlamıştı bir kere. Eskiden kanadının kırılacağını bile bile peri kızını yanında tutan prens artık canının yanmasında ölesiye korktuğu peri kızını içi yana yana karanlığından, geçmişinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Sevdiğinin canı yanmasın diye kendisi yürüyordu ateşe.

Siyahın içi titriyordu alevler içinde yanarken biricik beyazı.

Gözleri, kalbi, ruhu bambaşka kelimelere ev sahipliği yapsa da kalbini bir bıçak gibi kesen kelimeler dökülüyordu dudaklarından Ferhat’ın. Bu zehirli sözcükler peri kızının kalbine ulaştığında ise kesmekten beter ediyordu, saplanıp kalıyordu orada. Sanki tonlarca yük taşıyordu Aslı sol yanında.

Ama prensin kendi fırtınalarının harabelerinden göremediği bir şey vardı. Beyazın geçmişinden gelen sinsi bir tehlike. Aslı’yı kendi karanlığından kurtarmaya çalışırken asıl tehlikeyi göremiyordu Ferhat. Peri kızını savurup yok etmeye gelmiş kasırganın farkına varamıyordu.  Kendi fırtınasından kurtarmaya çalıştığı Aslı’yı büyük bir kasırganın eşiğine bırakıyordu.

İşte asıl sıkıntı burada başlıyordu. Kendi sıkıntılarından korumaya uğraştığı beyazını beklenmedik bir sorun bekliyordu. Eh, akıllarda da bir sürü soru kalıyordu.

Ters yönlerden gelen iki rüzgar birbirine çarptığında ortaya çıkan fırtına kalplerini vuracak mıydı? Fırtınalar dindiğinde birbirlerini bulacaklar mıydı?  Bunca şeye rağmen Beyaz ve Siyah mutlu sona kavuşacak mıydı?

 

Yorum Bırak

KARADENİZ

                                                               

Etme Karadeniz, eyleme

Kıyma sevdiğime.

Yaş düşürme yüreğine.

  

Hırçındı Karadeniz. Dalgaları alev alev yanıyordu. Vurduğu her kıyıyı ayrı ayrı yakıyordu. Asiydi Karadeniz. Öfkesi dinmek bilmiyordu. Her şeyi bir fırtına misali savuruyordu.

Aşıktı Karadeniz. Anlayamadan tutulduğu mavilerin esirliğinde yanıyordu.  Dinmek bilmez dalgaları umut ışığı vurmuş gözlerde hiç oluyordu.

Yıllarca kendinden önce sevdiklerini düşünmüş kaplanla, esir edildiği zindanda tek sığınağına, umuduna tutunmuş bir geyik nasıl kırabilirdi zincirleri? Hapsoldukları çıkmazlardan nasıl kurtulabilirdi? Denizden gelen kaplan ve mavi tüylü geyik… Kavuşabilir miydi birbirine? Direnebilir miydi onca engele?

Yıllardır dayandığı bu zulmün ona “Sakın adından vazgeçme Nefes!” diyecek, uçuruma elini sımsıkı tutarak atlayacak bir adam sayesinde sonlanacağını, yeni yuvasının o kurtarıcının sığınağı olacağını bilmeden yaşamıştı Nefes. 8 yılını esir eden adama oğlu sayesinde katlanabilmişti. Oğlunu büyütürken o da büyümüştü.

Tahir’in dünyası ise bambaşkaydı. Karadeniz’in derin suları, hırçın dalgaları eşliğinde büyümüş, ruhuna Karadeniz işlenmiş bir adam olmuştu. Öfkesiyle kasıp kavuran adımıyla yeri titreten bir Kaleli’ydi o. Kimseye eyvallahı olmayan, başına buyruk…

Ama bir gün bir mucize oldu. Karadeniz’in hırçın dalgaları bir anda süt liman oldu. Deli Tahir aşık oldu. Karadeniz bir çift mavi göze esir oldu.

Karadeniz’e kadar adım adım onları takip eden tehlikeye rağmen yılmadılar. Ne Tahir vazgeçti sevdasından, ne Nefes pes etti umuda tutunmaktan.

Umudun sakinliği ile öfkenin hiddetinin en güzel birleşimiydi onların aşkı. Ortaya çıkan uyum, ruhlarındaki ahenk paha biçilemezdi.

Konuşmadan dillenen bir aşktı onlarınki. Susuyordu dilleri, çırpınıyordu yürekleri. Karadeniz’in şahit olduğu bir aşktı onlarınki. Haykırıyordu gözleri, mühürlenmişti kalpleri.

Karadeniz mühürlemişti kalplerini…

 

Etme Karadeniz eyleme,

Duyur sesimi denizlere

Şahit et yedi cihanı çırpınan yüreğime.

 

Yorum Bırak

BİR DAMLA GÖZYAŞI

 

Asırlara şahit hikayeleri barındırır bir damla gözyaşı. Hüzünleri, sevinçleri, acıları… İnsanın ruhundan kopan bir parçadır bir damla gözyaşı. Kalbin taşıyamadığı ağırlığın dışa vurulmasıdır.

Sevdiğini kaybetme ihtimaliyle tir tir titreyen bir yüreğin gözyaşlarına şahit oldum ben. Sevdiği kadının kanına bulanmış elleriyle Tanrıya yalvaran, onu bir kerecik daha görebilmek için çırpınan…

Aşık olduğu açelya çiçeğinin solmasından korkan bir serçenin gözyaşlarını gördüm ben. Onu koruyamadığı için kendisini suçlayan, atışında huzur bulduğu kalbin onu bırakması ihtimaliyle yanan…

Kulaklarına işleyen o kurşun sesini duyduğu andan itibaren o da vurulmuştu. Sevgilisinin yerde yatan bedeninin yanına çöktüğünde, onu doktorun yanında bırakıp kapının ardına geçtiğinde, ufacık bir haber için saatlerce beklediğinde… Bu süre içinde bir değil bin kere vuruldu Leon. Defalarca ölüp defalarca dirildi.

Onu yalnız bıraktığı için vicdan azabıyla yanıp kavrulurken geçmişten gelen bir anıya tutundu. Sevgilisinin çocukluğundan gelen o anıya. Açelyasının gözlerini anımsatan o gözlerden bu anıyı dinlerken bir kez daha anlamıştı Leon. Aşık olduğu kadının alamet-i farikası, bitmek bilmeyen inadıydı.

Gök kubbe ne kadar kararırsa kararsın ışığını bulurdu Hilal. Ne kadar yorulursa yorulsun dönmezdi yolundan, kavuşurdu aydınlığa.  Açardı gök mavisi gözlerini, yine aşkla bakardı ona. Yalnız bırakmazdı onu bu savaşın ortasında.

Gözleri kapalı sevgilisinin elini tutarken buna inanıyordu, böyle ayakta duruyordu Leon. Biliyordu, Smyrna uyanacaktı. Uyanacak, yeniden elini tutacak ve güzel kalbiyle onu sarmalayacaktı. Kimsesi yoktu ondan başka. Ne annesi, ne babası ne abisi vardı yanında. Bir başınaydı Smyrna’da.

Karşılıksız sevgi ne demek onunla öğrenmiş, onun elinden tutarak düşmüştü aşka. Ve nihayet beklenen oldu. Smyrna masmavi gözlerini açtı, onu bekleyen ailesi ile kucaklaştı. Ama daha farkında olmadıkları bir şey vardı. Kurşun, vücudundan çıkmadan daha derin bir yara açmıştı.

Peki bu yara nasıl kabuk bağlayacaktı? Daha fazla acıtmadan kapanacak mıydı? Smyrna eskisi gibi ışıldayacak mıydı?

 

Yorum Bırak

Denizden Gelen Kaplan Tekrar Nefes Alacak Mı?

Ah sevda, sen nelere kadirsin. Kiminin içinden bir cani çıkarırken kimini deli divane edersin…
Yıllarca Karadeniz gibi esip gürlemiş Deli Tahir’i sevdiğinin bir lafıyla memleketini terk edip Nefes’inin gözlerinde gurbete düşecek kadar divane etmişti sevda. Nice dalgalara dayanmış gemisi Nefes’in mavilerini liman bilmişti kendine. Dinmişti dalgaları, kesilmişti rüzgârı. İnsanların yıllardır çekindiği, öfkesinin hiddetinden titrediği Deli Tahir artık aşık bir adamdı. Sevdalıydı.
Onun özgürlüğü, huzuru, hayatı pahasına sevdiğine kavuşamamayı, bir nefes uzaklığında olmasına rağmen dokunamamayı seçmişti. Yüreğinde çağlayan sevdasına bir başına direnirken bir yandan da üzerlerine çökmek için ufacık bir boşluğu bekleyen gölge ile savaşıyordu. Nefesinin yüreğine yıllar sonra doğmuş güneşi karanlığa teslim etmemek için çabalıyordu.
Onları alabora etmeye çalışan dalgalara inat sıkıca sarılıyordu sevdasına. Öyle güçlüydü ki yüreğindeki sevda, her şeyi göze alıyordu uğruna. Tek bir bakış yetiyordu fırtınasını başlatmaya. Nefesinin gözünden akan bir damla yaş için ateşe verebiliyordu ortalığı. Ama sevdanın mucizesi de buydu ya, fırtınayı başlatmaya yeten o gözler yine tek bir bakışıyla dindirebiliyordu dalgaları.
Deli Tahir’in rüzgârı Nefes’inin mavilerinde diniyordu.
Ama Denizden Gelen Kaplan, gölgeyi tamamen yok etmeyi kafaya koymuştu. Nefes’inin kabuslarının baş kahramanını hayatlarından tamamen silecekti. Mavi Tüylü Geyik’i kabuslardan kurtaracaktı. Bu uğurda hapse girmeyi bile göze almıştı. Pençeleri Kanlı Kartal denize gömülecekti. Mavi Tüylü Geyik huzura kavuşacak, Denizden Gelen Kaplan ise hapse girecek, geyiğin özgürlüğünde bulacaktı mutluluğu.
Ama hesapta olmayan bir şey oldu, Kartal kurtuldu. Ama Kaplan’ın kaderi aynı oldu. Geyik ise kabuslarının kahramanıyla bir başına kaldı. Kalbine saplanmayı bekleyen kanlı pençelerden nasıl kurtulacaktı? Denizden Gelen Kaplan bir yolunu bulup nefesini kurtaracak mıydı? Nefes, koruyucusu olmadan da ayakta kalacak mıydı?
Yorum Bırak

Karadeniz Mühürlemişti Kalplerini

Etme Karadeniz, eyleme
Kıyma sevdiğime.
Yaş düşürme yüreğine.
Hırçındı Karadeniz. Dalgaları alev alev yanıyordu. Vurduğu her kıyıyı ayrı ayrı yakıyordu. Asiydi Karadeniz. Öfkesi dinmek bilmiyordu. Her şeyi bir fırtına misali savuruyordu.
Aşıktı Karadeniz. Anlayamadan tutulduğu mavilerin esirliğinde yanıyordu.  Dinmek bilmez dalgaları umut ışığı vurmuş gözlerde hiç oluyordu.
Yıllarca kendinden önce sevdiklerini düşünmüş Kaplan’la, esir edildiği zindanda tek sığınağına, umuduna tutunmuş bir Geyik nasıl kırabilirdi zincirleri? Hapsoldukları çıkmazlardan nasıl kurtulabilirdi? Denizden Gelen Kaplan ve Mavi Tüylü Geyik…
Kavuşabilir miydi birbirine? Direnebilir miydi onca engele?
Yıllardır dayandığı bu zulmün ona “Sakın adından vazgeçme Nefes!” diyecek, uçuruma elini sımsıkı tutarak atlayacak bir adam sayesinde sonlanacağını, yeni yuvasının o kurtarıcının sığınağı olacağını bilmeden yaşamıştı Nefes. 8 yılını esir eden adama oğlu sayesinde katlanabilmişti. Oğlunu büyütürken o da büyümüştü.
Tahir’in dünyası ise bambaşkaydı. Karadeniz’in derin suları, hırçın dalgaları eşliğinde büyümüş, ruhuna Karadeniz işlenmiş bir adam olmuştu. Öfkesiyle kasıp kavuran adımıyla yeri titreten bir Kaleli’ydi o. Kimseye eyvallahı olmayan, başına buyruk…
Ama bir gün bir mucize oldu. Karadeniz’in hırçın dalgaları bir anda süt liman oldu. Deli Tahir aşık oldu. Karadeniz bir çift mavi göze esir oldu.
Karadeniz’e kadar adım adım onları takip eden tehlikeye rağmen yılmadılar. Ne Tahir vazgeçti sevdasından, ne Nefes pes etti umuda tutunmaktan.
Umudun sakinliği ile öfkenin hiddetinin en güzel birleşimiydi onların aşkı. Ortaya çıkan uyum, ruhlarındaki ahenk paha biçilemezdi.
Konuşmadan dillenen bir aşktı onlarınki. Susuyordu dilleri, çırpınıyordu yürekleri. Karadeniz’in şahit olduğu bir aşktı onlarınki. Haykırıyordu gözleri, mühürlenmişti kalpleri.
Karadeniz mühürlemişti kalplerini…
 
Etme Karadeniz eyleme,
Duyur sesimi denizlere
Şahit et yedi cihanı çırpınan yüreğime.

21 Mart 2018

Yorum Bırak
Araç çubuğuna atla