İçeriğe geç

Aylar: Ocak 2017

BİR MUSTAFA KEMAL GÖRDÜM

 

Öğrenim hayatımız boyunca bize öğretilen Atatürk kimdir? Cumhuriyetimizin kurucusu, Anafartalar kahramanı, gelmiş geçmiş en cesur ve en zeki askerlerden biri, başöğretmenimiz, ömrünün çoğunu cephede geçirmiş bir kahraman. Ama benim merak ettiğim Atatürk’ten ziyade Mustafa Kemal’di. Sevinçleri, hüzünleri, hayal kırıklıkları, umutlarıyla insan olan Mustafa Kemal… Ve ben onu da çok sevdim.

Hayvanları ve doğayı çok seven bir Mustafa Kemal gördüm. Aldığı tüm olumsuz yanıtlara rağmen bozkır olan Ankara’da yoktan bir çiftlik var etmek için direten, “Verimli toprakta herkes çiftlik kurar, ben senin işe yaramaz dediğin bu çorak ve kurak toprakta da çiftlik kurulabileceğini göstereceğim.” diyen ve bugünkü Atatürk Orman Çiftliği’ni kuran. Hasta atını son kez severken giydiği eldivenlerini hatıra olarak saklayan…

Kibirsiz, mevkiini özel işleri için kullanmayan, kendini milletten saklamayan bir Mustafa Kemal gördüm. Manevi kızının makam arabası ile arkadaşına gittiğini görüp çok sinirlenen, arabayı geri çevirten ve “Her aklına esen buradan araba alıp gidemez. Bu arabalar babanızın malı değil, millete aittir.” diyen. İzmir’de otelin alt katında rakı içiyor diye perdeler kapatılınca “Açın kapıları açın, ne varsa millet görsün.” deyip perdeleri açtıran. Çankaya’da askerler yemeğini yemeden yemeye başlamayan. Kendisini tanımayan kapıcıya ısrar etmeyip bir kenarda Topkapı’yı gezmek için memurların gelmesini ve kapıların açılmasını bekleyen.

Çanakkale şehitleri için her yıl mevlit okutturan, Kuran-ı Kerim’in Türkçe çevirisini yaptıran, “Laiklik nedir?” diye soran hocaya “Adam olmaktır hocam.” diye yanıt veren, Türk kadınına hak ettiği yeri vermek için herkesten çok çalışan bir Mustafa Kemal gördüm.  1922’deki Ankara Öğretmenler Toplantısı’nda kadın öğretmenlerin ayrı oturtulduğunu görünce “Sizin kendinize mi güveniniz yok, yoksa Türk kadınının faziletine mi? Bir daha böyle ayrılık görmeyeyim.” diyen.

Bir Mustafa Kemal gördüm ki savaş meydanları dışında kan görmeye dayanmayan, “Siz Cumhurbaşkanısınız, örneksiniz, Gazi Paşa’sınız, beni boşayamazsınız.” diyen Latife Hanım’a “Bütün bu söylediklerin doğru ama bir şeyi unutuyorsun ki ben önce insanım ve ben de hata yapabilirim.” diye cevap veren.

“Doğuşumdaki tek fevkaladelik Türk olarak dünyaya gelmemdir.” diyecek kadar mütevazi ve milliyetçi olan. Cumhuriyet’in 12. yılı için hazırlanan pankartları görünce birçok cümlenin üzerini çizen ve “Atatürk bizden biridir.” yazan bir Mustafa Kemal gördüm. Asker Atatürk’e saygım sonsuz, ama ben her şeyiyle insan olan Mustafa Kemal Atatürk’ü çok sevdim.

 

                                                                           Dilara Peksaygılı / İzmir

                                                                                   10/01/2017

Yorum Bırak

Seksenler

                                           

Kaç kişi merak eder geçmişi? Kaç kişi öğrenmek ister o çocukken, belki de daha doğmamışken insanların neler yaşadığını? Yaşam şartlarının ne olduğunu, insanların hangi zorluklarla baş etmek zorunda kaldığını… Peki ne yapar öğrenmek için? Kitap mı karıştırır? O zamanları görmüş insanlara mı sorar? Nasıl giderir merakını? Eğer tarihe meraklı değilse çok büyük bir ihtimalle hiçbir şey yapmaz. Öylece merak ettiğiyle kalır.

Ben şahsen küçüklükten beri tarihe pek bir meraklıydım. Annemin de merakı ve ilgisi sayesinde merak ettiğim birçok şeyin cevabını alabiliyordum. İlkokul yıllarımın sonuna doğru Cumhuriyet Tarihi ve sonrasına ayrı bir ilgim vardı. İşte tam o zamanlarda yeni bir dizi girdi hayatıma. Seksenler.

Benden önce annemin ilgisini çekmişti, yani ben onun sayesinde başlamıştım izlemeye. Onun çocukluk yıllarını anlatması gözümde daha çekici kılmıştı bu diziyi. Başlarda çok garip gelmişti. Neredeyse kimsede arabanın olmaması, insanların kaset doldurtmak için plakçılara gitmesi, evine telefon alabilmek için sıraya girmesi, evlerde siyah beyaz televizyonların olması, kıyafetlerin farklılığı, banyo günü olması, televizyonda sadece tek kanal olması, farklı bölgelerden olmalarına rağmen tek yürek yaşayan insanlar…

Ama hepsinden çok şaşırtan tek bir şey vardı. İhtilal. 12 Eylül 1980. Sabah, dün bıraktığın ülkeye uyanamadığın günün tarihi. Her sokakta askeri araçlar, her köşede askerler, insanların korkusu, yakılan kitaplar, evlerin aranması, savunduğu fikirler yüzünden içeri alınan yüzbinler, idam edilenler, işkenceden ölenler, komutanın verdiği sayı tutmuyor diye tek suçu sokağa çıkmak olduğu halde toplananlar.

İzlerken sorduğum tek bir soru vardı. Neden? İnsan okuduğu kitap yüzünden neden gözaltına alınır? Ya askerler… Onların kalbi yok muydu? Onların da aileleri, arkadaşları, sevdikleri vardı elbet. Her şeyden önce onlar da birer insandı. Türkiye’nin bir dönemini daha on yaşındayken bir diziden öğrendim ben. İnsanların birbirine olan desteğiyle onca acının dinebildiğini. Yaşadığım dönemde değil de seksenlerde gördüm ben bunu. Tüm mahallenin tek bir aile gibi olmasını, ne olursa olsun birbirine kenetlenmesini. Bütün duyguların olağanca sıcaklığıyla yaşanmasını. Bilgiye ulaşmanın hiç kolay olmamasına rağmen mutlu olmalarını.

Acısıyla tatlısıyla ne güzel günlermiş ama. Acaba bizden sonraki nesiller de bugünler için aynı şeyleri söyleyebilecek mi? Umarım bizler de onlara güzel anılar bırakabiliriz.

 

                                                                                               Dilara Peksaygılı / İzmir

                                                                                                       07/01/2017

 

Yorum Bırak

ÖĞRENİRİZ

ÖĞRENİRİZ-

Öğrenim hayatı yalnızca okulla mı sınırlıdır? Okul hayatımız bitince her şeyi öğrenmiş mi oluruz? Cevap olarak kimisi “evet” der kimisi “hayır”. İki taraf da bir yere kadar kendince haklıdır. Ama evet diyenlerin atladığı çok önemli bir şey vardır. Asıl okulumuz doğumdan ölüme kadar devam eder. Hayatımızdır o süreç, yaşadıklarımızdır.

Gözlemleriz… İnsanların ne kadar sahte olduğunu. Çıkarları uğruna ne kadar değişip alçalabileceklerini. İki yüzlü olmayı artık bir alışkanlık haline getirmelerini. Var olduğuna inandığımız birçok değerin zamanla bir hiçe dönüştüğünü…

Fark ederiz… Vazgeçilmez olduğunu düşündüğümüz bir çok şeyin aslında bir dakikamızı bile harcamaya değmediğini. Her anımızın ne kadar kıymetli olduğunu. Kimse için kendimizi yıpratmamamız gerektiğini. İnsanların kendi bildiğinden yanlış bile olsa dönmediğini…

Öğreniriz… Karşımızdaki kişinin ne hissettiğimizi hiç önemsemediğini. Bizi kırıp kırmayacağını düşünmeden aklına geleni söyleyebildiğini. Şu koca dünyada yapayalnız olduğumuzu. Bize, bizden başka kimsenin yardım edemeyeceğini. İnsanoğlunun kendi bencilliğinde boğulmaya mahkum olduğunu….

Nefes aldığımız sürece savaşmak zorunda olduğumuzu. Kendimizi korumak için hep tetikte olmamız gerektiğini. “İnsanoğlu çiğ süt emmiş.” lafının ne kadar doğru olduğunu. Kimsenin kimseyi önemsemediğini. Kimseye güvenemeyeceğimizi. Hayatın bir okul, yaşadıklarımızınsa en büyük sınavımız olduğunu.

İşte asıl öğrenim budur. Hayat denen bu savaşta gözlemlediklerimiz, fark ettiklerimiz, öğrendiklerimiz… Bazılarımız pes eder, yıkılır, bazılarımızsa ne yaşarsa yaşasın dimdik ayakta kalır.

Hangi tarafta olacağını insan kendi belirler. Pes etmek de bir tercihtir, ayakta kalmak da… İnsan bu tercihi yaparken yalnızca kendini düşünür. Ama tek bir gerçek vardır ki ne olursa olsun sonucuna yalnızca kendisi katlanmaz, seçtiği tarafa etrafındaki kişileri de sürükler.

 

 

 

 

Yorum Bırak
Araç çubuğuna atla